top of page

MERHAMET IŞIĞI

  • Yazarın fotoğrafı: hayal hayat
    hayal hayat
  • 1 Haz 2021
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 4 Haz 2021

O (sas); Allah’ın Emriyle Kâinatın Efendisi, Varlığın Tacı Varlık Nurunun ta Kendisi.


14 asır öncesine, Asr-ı Saâdet’e, Arap Yarımadası’na uzanıyoruz. Oradaki güzîde insanları hayalen takibe koyulup yaşantılarından yaşantılarımıza dersler çıkarmaya başlıyoruz.


Her gün farklı sokaklardan feryatlar duyulur olmuş. Müslümanlar Rabbim Allah! dedikleri, Ehad! dedikleri için olmadık işkencelere tâbi tutulmuş; kimi Sahâbî’nin sırtında ateş söndürülmüş, Kimisinin başı kızgın demirlerle dağlanmış, Kimisi yüzüne demir ayakkabıyla vurularak baygın bir şekilde bırakılmış, Kimisi şehit edilmiş, Kimisi demirden gömlek giydirilerek Mekke’nin yakıcı sıcağında aç-susuz güneşe karşı bırakılmış, Kimisi taşların altında ezilmiş, 3 yıllık boykot yıllarından Tâif hâdisesine kadar yapılmayan eziyet kalmamış. Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı, “İslâm'ı yaşamak ve neşretmek" şartlarını zorlayıp, hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca, Resûl-i Kibriya Efendimiz (sas) ashabının hicretine izin vermişti ve daha sonra da Allah’tan gelen emirle kendisi de ayrılacaktı şehirden.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, doğup büyüdüğü mübarek şehirden çıkma vakti gelmişti artık. Mekke’nin aşağısından geçerken Hezreve mevkinde devesini durdurdu. Kutsî beldeye mahzun mahzun baktı ve "Vallahi, sen Allah'ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevgili olanısın! Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur! Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden asla ayrılmaz, senden başka yerde yurt yuva tutmazdım” diyerek ona olan sevgisini dile getirdi. Bunun üzerine, Cenâb-ı Hak, Resûl’ünü teselli eden şu âyeti inzâl buyurdu: "Elbette, o Kur'an'ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, Seni yine döneceğin yere (Mekke'ye) döndürecektir!" (Kasas Sûresi, 85)

Doğup büyüdüğü vatanından 53 sene sonra ayrılmak mecburiyetinde kalıyordu.

Aradan sadece 8 yıl geçiyor ve Efendimiz (sas) Onbini aşkın bir ordu hazırlayıp Mekke’nin Fethine doğru yola çıkıyordu.

Hz. Peygamber (sas) gönüllerin fethi adına Mekke’de kan dökülmesini istemiyordu ve ashabına da bunu tembihlemişti.

Kâbe’ye oldukça yaklaşmışlardı, Merruzzehran’da konaklama kararı aldılar ve Efendimiz, Mekke’den o zamanın lideri olan Ebû Süfyân’ın çağrılmasını istedi. Ebû Süfyân geldi, Hz. Resûlullah O’na İslam’ı anlattı ve orada Müslüman oldu. İslam’ı daha iyi gözlemleme adına da o gece sabaha kadar ashabın yanında kaldı. Ertesi gün Mekke’ye giriş için ordu hazırlığını yapıyordu ve Hz. Ebû Süfyân Efendimiz’e (sas) şöyle dedi: “Ya Resûlullah bugün intikam günü müdür?” Resûlullah dedi ki: “Bugün merhamet günüdür, bugün insanların insanlık göreceği gündür.”

Mekke Fethi’nden 19 gün sonra Huneyn Savaşı olacaktır. Havazinliler 20 bin kişilik orduyla Efendimiz’in üzerine yürüyecektir ve Huneyn mevkinde savaş başlayacaktır. Hz. Ebû Süfyân da Müslüman olarak ilk defa savaşa girecektir. Harpte Hz. Ebû Süfyân’ın gözüne bir ok isabet ediyor ve Ebû Süfyân’ın gözü akmaya başlıyor. O da bir avucunda akan gözünü toplamış Efendimiz’in (sas) huzuruna getiriyor.

Diyor ki Hz. Ebû Süfyân: “Ya Resûlallah gözüm benden önce gitti.”

Efendimiz (sas) de şu cevabı veriyor: “İstersen dua edeyim Allah gözüne şimdi şifâ versin ya da istersen dua edeyim Allah sana cennette daha güzel bir göz versin.” Ebû Süfyân bunu duyunca diğer bir gözüyle avucundaki gözüne bakıyor bir süre –belli ki iç muhasebe yapıyor- ve diyor ki: “70 yıldır bana hakîkatı göstermeyen bir gözü ne yapayım Ya Resûlallah, ben cennettekini isterim.” Merhamet Güneşi Peygamber Efendimiz’in, 21 yıl düşmanlığı temsil eden bir insana aldırdığı mesafeyi görüyorsunuz.

Bir de Hz. Ebû Süfyân’ın eşi Hz. Hind bint Utbe’ye göz atalım. Uhud’da büyük tesiri olmuş, Hz. Resûlullah’ın amcası Hz. Hamza’nın vücudunu parça parça etmiş ve Resululllah’ın kalbinde derin üzüntüler bırakmış birisiydi. Fakat Hind de merhamet çeşmesinden içmek için Mekke Fethi’nden sonra Resûlullah’ın huzuruna geliyordu. Hind, ilk önce çekiniyor doğal olarak. Çünkü bana bakıp da amcasını hatırlarsa diye ama bilmiyor ki İslâmiyet kendisinden önceki bütün pasları siler atar. Hind: “Ya Resûlallah beni de affet diyor. Hz. Resûlullah insanın merhamet kanatlarını harekete geçirecek şu sözü söylüyor: “Sen de hoş geldin.” Hind bu cümleyi duyunca diyor ki: “Ya Resûlallah, şu ana kadar yeryüzündeki en nefret ettiğim insan Sendin ama artık benim için bu dakikadan itibaren yeryüzündeki en sevgili insan Sensin.”

Bu hanım Sahâbî, hayatının kalan kısmında eşi ile beraber cepheden cepheye İslâm’ın sancağını taşımaya devam etmiştir.

En katı kalbleri bile çukurdan alıp en yüksek seviyelere ulaştırdığının bir örneğidir Hz. Resûlullah (sas)…

Ve başka bir örnekle Hz. Peygamberin farklı bir merhamet durağına uğrayalım. Efendimiz Mekke Fethi sonrasında Kâbeye doğru gidip namaz kılacakken, yanına Süheyl ibn-i Amr’ın oğlu Hz. Abdullah geliyor (Babası Süheyl, oğlu Abdullah’a Müslüman olduğu için Mekke’de 7 yıl boyunca işkence etmişti ve Bedir Savaşı’na da götürerek Efendimiz’e karşı savaşması için O’nu zorlamıştı. Ama Hz. Abdullah savaş esnasında koşarak Sahâbenin yanına sığınmış ve ashâb ile birlikte Medine’ye dönmüştü.) Baba Süheyl, Mekke Fethi sırasında Müslümanlara karşı mukavemet göstermiş ama bakmış ki karşısında Hz. Hâlid bin Velîd (ra) gibi bir kumandan var, bileğini bükemeyeceğini anlamış ve kaçmıştı. Hz. Abdullah da Mekke Fethi’nden sonra Efendimiz’e (sas) gelerek: “Ya Resûlallah, babam Süheyl’i biliyorsunuz, dünden bugüne size yapmadığını bırakmadı, Kureyş’in hatibi olduğu için şiirleriyle sürekli Size ve ashâba hakaretler ederek müslümanları hep üzmüştü ve hatta bugün bile Size saldırmaya çalıştı ama sonunda kaçtı. Ben bunca yaptıklarına rağmen babamı bulsam ve getirsem onu da affeder misiniz?” Efendimiz öyle bir cümle söyledi ki: “Zaten ben Süheyl gibi akıllı bir insanın nasıl olur da bugüne kadar küfrü tercih ettiğine bir anlam veremiyordum.” Hz. Abdullah bu cümleyi duyar duymaz babasının peşinden koştu. Efendimiz (sas) de Abdullah gittikten sonra süreci burada kesmedi ve yanındaki Sahâbîlere şunları söyledi: “Sakın ola ki herhangi biriniz Süheyl gelirken: Dün sen bize şunları söylemiştin, şu kötülükleri yapmıştın, şu hakaretlerde bulunmuştun anlamında en ufak bir bakış bile atmayın, bakışlarınızda dünü hatırlatmayın” demişti. Efendimiz böylelikle çevresini de steril hale getiriyor ve Kendi bakışını da ashâbına intikal ettirip o insanların gönlüne girebilmek için kaçanların bile ayaklarının altına kırmızı halılar serercesine bir davranışta bulunuyordu.

Hz. Abdullah bir yerde babasını buluyor ve Efendimiz’in beyanlarını iletiyor O’na. Süheyl’in de bir anda dili çözülüyor: “Gerçekten Muhammed küçüklüğünden itibaren hep böyle hakkı hakîkatı temsil ediyordu, şimdi de büyüklüğünü gösterdi” dedi ve oğlu Abdullah ile birlikte Resûlullah’ın huzuruna gitmeye karar verdi.

Yolda giderken Süheyl ile birlikte Hz. Ali’yi (ra) görenler var ve o gün itibariyle canlarını nasıl kurtaracaklarını sordular. Hz. Ali’de ayaküstü onlara Hz. Yûsuf’u (as) anlattı. Hz. Yûsuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı sonra köle pazarında satıldığı sonra iftiraya kurban edildiği sonra zindanlarda çürümeye terk edildiği bir dönemde netice itibari ile günün birinde hakikat ortaya çıktı ve kardeşler gelip O’nun önünde mahcubiyet yaşadılar ve o sırada Hz. Yûsuf (as) dedi ki:

“Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim! Ben hakkımı helal ettim Allah da sizi affetsin. Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur. (Yûsuf, 92)”

Bu olayı anlattı Hz. Ali ve dedi ki: “Siz de Hz. Yûsuf’un kardeşleri gibi talepte bulunun.”

Efendimiz (sas) de bu sıralarda Kâbe’nin eşiğine çıkmış insanlara sesleniyordu. Herkes gelmiş ve ne olacağını merak ediyordu.

Hz. Peygamber o insanlara sordu: “Bugün benden nasıl bir davranış bekliyorsunuz?” Halk boyunlarını bükmüş, yüzlerini düşürmüştü. Kâbe’nin etrafında derin bir sessizlik oldu. Çünkü diyecekleri tek bir cümle dahi yoktu. Kötülük adına her şeyi yapan insanlardı ve hatta kendileri o konumda olsa muhataplarını asla yaşatmazlardı.

Az sonra bu sessizliği bozan bir ses yükseldi.

“Sen Kerimoğlu, Kerimoğlu, Kerimoğlu, Kerimsin. Senden kerem bekleriz”.

Bütün başlar sesin geldiği tarafa döndü, kim söylemişti acaba böyle vecîz bir ifadeyi. Çünkü bu kişi, konuşmasını bilen ve dile hâkim biriydi belli ki. Kureyş’in Hatibi Süheyl ibn-i Amr’dan başkası değildi bu.

“Kerimoğlu, Kerimoğlu, Kerimoğlu, Kerimsin.” derken şunu kastediyordu Süheyl:

“İbrahim oğlu, İshak oğlu, Yâkub oğlu Yûsuf demek istiyordu.” Kardeşleri Hz. Yûsuf’a bunca kötülükleri yaptıkları halde nasıl onları affettiyse Sende bizi affet demekti o. Efendimiz (sas) bu cümlenin üzerine “Haydi gidebilirsiniz, hepiniz hürsünüz, hepiniz affedildiniz.” dedi ve o dakikadan itibaren Mekke’de müthiş bir İslâm’a koşuş başladı. Süheyl de bu insanların arasında Müslüman olanlardandı.

Hz. Süheyl (ra) hakkında kaynaklardan bizlere şu şekilde rivâyet aktarılır: “O güne kadar İslam’a düşmanlıkta geçen günleri; o günden sonra sabahlara kadar namaz kılan, gündüzleri de günahlarına ağlayan bir insan olarak geçmiştir.”

Dikkat buyurunuz lütfen… Dünkü düşmanlık, bugünkü İslâm’ın en önde savunucusu olarak karşımıza çıkıyor.

O (sas), Rahmet Peygamberiydi, O (sas), Rahmetin tecessüm etmiş hâliydi…






 
 
 

Comments


Çapa 1

BİZE DÜŞÜNCELERİNİZİ YAZABİLİRSİNİZ

TEŞEKKÜRLER

© 2021 GAYE-İ HAYAL DERGİSİ

bottom of page